Müthiş bir gustosu var. Bitmesini hiç istemeyeceğiniz kadar tatlı bir sohbeti. Sıfırdan, Çin’e gide gele, didine didine yarattığı bir işi. Markasına duyduğu sonsuz bir sevgisi. Bir oğlu, bir kızı, bir de eşi: Bijen’i.
Türkiye’de kaşmir deyince akla gelen ilk isim; Silk&Cashmere’in kurucusu Ayşen Zamanpur. Birçoğumuz onun girişimci zekasını, sayılarını hızla artırdığı mağazalarını izliyor, takdir ediyorduk. Derken yazar yönüyle tanıştık. Kitabı “Kaşmir Yolu”’nda sadece iş kadınlığını değil, sahip olduğu tüm rolleri- eş olmayı, arkadaş olmayı, anneliği- öyle güzel anlatmış ki, sanki yıllardır tanıyormuş hissine kapıldık.
Yaptığı işi abartmayan, karşısındakine “Sen de yapabilirsin aslında” motivasyonunu akıtan insanlara bayılıyorum. Hayatlarındaki çıkışlar kadar inişleri paylaşmaktan çekinmeyenleri de. Kitabı bu kadar çok sevmemin en büyük nedeni de buydu aslında. Ayşen Zamanpur’un samimiyeti. Çok istemesine rağmen, ilk çocuğuna bir türlü hamile kalamayışını anlatması örneğin. Hamilelik testinin sonucunun pozitif olduğunu telefonda söyleyen laborant kıza, ertesi gün dev bir pasta göndererek teşekkür etme inceliğini göstermesi. Pastanın üzerine “Sizi çok seviyorum. Teşekkürler” yazdırması… “Canımı istese verebilirdim o gün Nilgün’e. Hala kim olduğunu bilmem ama bir cümleyle beni en mutlu eden kişidir o” diyor kitabının o bölümünde.
Kitabı okuduktan sonra öğrencilerim de Ayşen Zamanpur’u tanımalı hissine kapıldım. Vakit geçirmeden “Sizi okulumuza bekliyoruz” konulu bir e-mail attım. Hemen yanıtladı. Sisten uçakların kalkmadığı bir günde, ucu ucuna konuşmasını yapacağı salona yetişti. İzmir Ekonomi Üniversitesi’ne bizim için geldi. Her zamanki gibi bütün salonu etkisi altına alan harika bir konuşma yaptı.
Genelde soru sormakta çekingen davranan öğrencilerimizin ellerini havada gördükçe çok sevindim. Silk&Cashmere’in hikayesini merak ediyorsanız yazının devamını okumanızı öneririm.
Kaşmirle ilk karşılaşmanız… Nerede ve nasıl oldu? Çocukken dayımın anneme hediye ettiği mavi bir twin set hatırlıyorum. Son derece kötü bir model. Ve kötü bir renk. Dolabımın yanında dururdu. Akşamları yatmadan önce ona dokunurdum. Gösterişli, parlak, pırıltılı şeylerden ziyade her zaman yumuşak dokunuşlara ilgim oldu.
Şişecam’da çalıştığım dönemde de Benetton bayiliği yaptığım zaman da hep farklı bir şeyler yapmak istediğimi biliyordum. Rutinle bünyem uyuşmuyor. Rutine girince keyfim kaçıyor. Özel bir şey yapayım, farklı bir şey yapayım. Bunun peşinden gitmeli insan. Gençlere hep diyorum. Düşlerinizi sohbet masalarına meze yapmayın, düşlerinizi projelendirin. Hayali değil, gerçekten istekle, inançla işinizi yapın. Başarı için birinci kriter tutku, ikincisi onun ayaklarını yere bastırmak.
Tesadüfler nerede?Şans gibi tesadüf gibi şeyler hayatta başınıza kaç kez gelebilir? Çok inanmıyorum. En büyük şansın sağlıklı bir bedene ve ruha sahip olmak ve iyi bir eğitim almak olduğuna inanıyorum. Bu şanstır. Bu şansı yakaladıktan sonra gerisi gelir.
Silk&Cashmere’in ilk adımları nasıl atıldı? Her şey romanım “Kaşmir Yolu”’nun kapağındaki keçiyle başladı. Capra hircus keçisinin peşinden İç Moğolistan’a giderek. Keçinin asıl yününün altında ikinci bir tabaka olarak çıkan bu yün insanların tenine çok keyif veren, çok yumuşak, doğal ve klas bir ürün. Yatırımımızı Çin devletiyle yaptık. Uluslararası tasarımcılarla güzel bir koleksiyon ürettirdik. İpek, kaşmir ve kaş ipek dedik, sadece bu üçünden olacak dedik. Ulaşılabilir lüks olacak dedik. Odaklandık, ekipçe hepimiz inandık. Ve 20 yıldır kaşmirle yatıyoruz, ipekle kalkıyoruz.
Çin’e ilk giden Türklerdeniz, Avrupalılarda da ilkiz. Benim resmimi çekiyorlardı orada. Görmemişlerdi gerçek hayatta bir Türk’ü. Star gibi hissediyordum kendimi.
Çok zorlandınız değil mi? Ben hep onu söylüyorum kolay olsaydı 20 tane daha böyle bir marka olurdu. Çok zordu, halen çok zor. Hala perakendenin içinde bir marka olmak, dünyaya yayılmak, rekabetin bu kadar keskin olduğu bir ortamda ayakta kalmak... Ama Silk&Cashmere çok doğru bir proje, doğru bir fikir, harika bir ekibi vardır. Biz buna inandık, çalışarak azimle yapıyoruz.
Kadın olmanın hiç zorluğunu yaşadınız mı?Böyle bir marka hikayesinde benim kadın veya erkek olmamın çok önemli bir ayrımı yok. Fiziksel güç gerektiren bir iş değil, beyin ve ruh işi.
Yurtdışında mağaza açmak için ilk noktayı Zürih seçmenizin özel bir nedeni var mıydı? Şu an baktığımda bu kararı çok cesur buluyorum. Gençliğin de verdiği cesaret var. Gaza çok kolay gelirim. Zürih’te yapabilirsek her yerde yaparız diye düşündük. 5 gün ürünler satmadı sandım, çok üzülmüştüm. O kadar inanıyordum ki satacağına. İletişim kopukluğu olmuştu. Zürih’te de test edildi, onaylandı.
Markanızı yabancı sananlar çok. Ayşe Arman bile kitabınız çıkana kadar markanızı yabancı sanıyormuş. Aynen öyle. Ama bu noktada şunu söylemek isterim. Türkiye’de hiçbir marka müşterileri tarafından bu kadar sahiplenilmemiştir. Hiçbir markaya Türkler coşkulu bir şekilde sahip çıkmamıştır. Samimi söylüyorum akrabasına karışmaz insan laf olur diye. Çok sahip çıkma var. Yabancılar bunu uluslararası bir marka olarak algılıyor. Çin’de üretilen bir Türk markası olarak uluslararası bir isim olduk.
Sizce Türkiye’den yeterince marka çıkamamasının nedeni ne? Ne yazık ki ülkemizde genel bir özgüven eksikliği var. Eğitimden gelen bir durum. Tekdüze sıradan insan yapma, bireyselliğin çok hoş karşılanılmaması ama ekip olunca hiç hoşlanılmaması. Ne bireysel ne organize olacaksın. Böyle bir arada kalmışlık. Ne kişisel olarak çıkıntı farklı olmasından hoşlanılır ne de bir araya gelip ses edilmesinden. Türkiye’nin önünü çok kapatan, özgüvenleri aşağı çeken bir mekanizma. Eğitimden başlıyor. Bir genç soru sormayı, ifade özgürlüğünü bile çok geç elde edebiliyor. Bu eğitim sisteminde ezber kalkmalı, cezalandırılmalı, yaratıcılık öne çıkartılmalı. Gerisi kendiliğinden gelir. Markalaşamamızın arkasındaki neden “Ben yapamam, ben olamam.” Doğrucu Davut olayım, henüz S&C dünya markası değil. Dünyada mağazalar açmak farklı bir şeydir. Biz dünya markası olacağız, çok az kaldı. Çok stratejik bir planımız ve ortağımız da var. Gerçek, büyük resim o. Kesinlikle de ulaşacağız.
Bundan sonra sizi ne heyecanlandırır?
Güzel bir caz konseri beni çok heyecanlandırır:)