Şimdi anlatacağım öyle bir aile ki, isimleri saydıkça şaşıracak “O da mı Şakir Paşa’nın kızıymış?” diyeceksiniz. Hepsinin farklı bir hayat hikâyesi olan aile fertlerinin kesişim noktası ise sanat. Kızları Fahrünnisa Zeid resmin, Aliye Berger gravürün ustaları. Füreya Koral Türkiye’nin ilk kadın seramik sanatçısı. Halikarnas Balıkçısı adıyla birçok eser veren ve Bodrum’u bugünkü ününe kavuşturan Cevat Şakir Kabaağaçlı ise oğlu. (Cevat Şakir, Afyon’daki çiftliklerinde babası Şakir Paşa’yı öldürmüştü. Önceleri bunun bir kaza olduğunu öne sürerek örtbas etmeye çalışan kardeşleri uzun süre onunla görüşmeyi reddetti. Mahkumiyeti sonrası yazdığı bir yazı yüzünden Bodrum'a sürülmesi hem Türk Edebiyatı’nın en büyük isimlerinden birini hem de bugünün Bodrum’unu yarattı.) Fahrünissa Zeid’in kızı Şirin Devrim ise Şehir Tiyatroları’nda oyun sahneleyen ilk kadın tiyatrocu. Kardeşi Nejad Devrim de annesi gibi ressam.
Her bir ferdi modern Türk sanatının yüz akları olan bu aile mutluluğun doruklarından acının derinliklerine iniş çıkışlarla dolu bir hayat yaşadılar. Şakir Paşa’nın ağabeyi Cevat Paşa, İkinci Abdülhamid’in sadrazamlığını yani başbakanlığını yapmıştı. Sadrazam olduktan sonra kardeşini de Atina’ya büyükelçi olarak gönderdi. Cevat Paşa, sadrazamlıktan alındıktan sonra gönderildiği Şam’da veremden öldü. Kardeşinin ölümünden padişahı sorumlu tutan Şakir Paşa da bu nedenle devlet görevinden ayrılarak hatıralarını ve Osmanlı tarihini yazmak üzere Büyükada'daki köşküne çekildi.
Ailenin Büyükada’daki evi tüm çocuklar, onların eşleri ve çocukları, mürebbiyeleri, aşçıları, hizmetçileriyle her yaz dolup taşardı. Kocaman çam ağaçları, kırmızı balıkların yüzdüğü havuzları olan, yasemin ve lavanta kokan büyük bahçeye yayılmış Victoria tarzında bir köşk. Yazının bundan sonrasında ailenin ince zevkine ilişkin ayrıntıları aktaracağım. Hayata bakışları, sanat ve görgü zenginliklerini öğrendikçe bu aileden yetişen sanatçıların başarısına hak verecek, hayran kalacaksınız.
Şakir Paşa Ailesi’nin fertlerinin yüzyıllar içinden süzülerek gelmiş görgüleri kendilerinin ve etraflarındakilerin hayatına yansıyordu. Akşam yemekleri özenle hazırlanmış bir sofrada yenirdi. Tüm aile fertlerinin hazır olduğu, kolalı keten örtünün serildiği sofranın en başında Şakir Paşa otururdu. Gümüş şamdanlardaki mumların ışığının aydınlattığı masanın ortasındaki jardinyerde mutlaka taze çiçek olurdu.
İnce bir zevke sahipti ailenin tüm fertleri. Yaşamlarında zarafete ve sanat eserlerine her zaman yer vardı. Ayşe Kulin’in kaleme aldığı Füreya Koral’ın yaşamını anlattığı “Füreya” kitabının bir bölümünde şöyle anlatılıyor: “Ada’dan önce Cevat ve ve Şakir Paşaların aileleri için, Yıldız, Nişantaşı konakları ve sürgünler varmış. Nişantaşı’ndaki köşkten getirilmiş eşyalara bakınca, Ada öncesindeki yaşamın çok daha görkemli olduğunu hemen anlardınız. Salonda Edmond de Rothschild’in hediyesi Aubusson halı, Japon İmparatoru’nun armağanı paravan, Çin İmparatoru’nun yolladığı Ming vazolar, Paris’te Osmanlı Sarayı için yapılmış yaldızlı koltuklar hep Nişantaşı konağından Ada’ya getirilmişti. Salonlar çocukların dokunması yasak olan Sevres ve Saks antika vazolarla ve biblolarla doluydu.” Zaman içinde aile bazı kıymetli eşyalarını, mücevherlerini ve sanat eserlerini kaybetti. Ancak gustoları her daim baki kaldı.
Ailenin yemek davetleri nam salmış isimlerinden biri de Fahrünnisa Zeid’di. İkinci evliliğini Irak Kralı 1. Faysal’ın erkek kardeşi Emir Zeid ile yapan Fahrünnisa'nın Berlin’de verdiği resmi davetler çok konuşulurdu. Şirin Devrim, kitabında şöyle anlatıyor: “Annem dillere destan güzelliği, çarpıcı giysileri, kuşsütünü eksik etmediği partileri ve bol keseden dağıttığı olağanüstü armağanlarıyla çok geçmeden “Binbir Gece Prensesi” olarak ünlenmişti. “
Resmi davetlerinde sofrasında kullandığı bütün tabaklar Meissen porseleniydi. Özel bir davetinde masanın ortasına eflatun orkidelerle doldurulmuş bir kase yerleştirmişti. Orkidelerin renginde saten kurdeleyle bağlanan üç farklı biçimdeki minik ekmek demetleri tabakların yanına yerleştirilmişti. Fahrünnisa, o davette Chanel’in tasarımı olan orkide renkli şifon tuvaletini giymişti. Sonradan o gün orada olanların anlattığına göre, yemek salonunun kapıları ardına kadar açıldığı anda konuklar sofranın ihtişamından öylesine etkilenmişler ki, içeri giremeden önce durup alkışlamışlar. Gerçekten de eşsiz ve müthiş bir ev sahibiydi Fahrünnisa Zeid.
Fahrünnisa, iyi bir ev sahibi olmanın yanı sıra yanında çalışanlara karşı da müşfikliğiyle bilinirdi. Elçilik’te geçirdikleri 1951 Noel’inde koca bir çam ağacını süslemiş, altına elçilik konutunda çalışan dokuz hizmetkar için armağanlar koymuştu. Noel günü hizmetkarlar büyük yemek salonuna geldiklerinde tüm aile onlara şampanya ikram etmişti. Kızı Şirin Devrim, “ O akşam onlar bizim konuklarımız, biz de onların hizmetkarlarıydık. Herkesin armağanını tek tek verdik” diyor.
Her zaman rengarenk giyinen ve hiçbir norma uymayan Aliye Berger’e ailesi Dostoyevski’nin ünlü kahramanı ‘Alyoşa’ ismini takmıştı. Beyoğlu’nda Narmanlı Han’da yaşayan Berger, yaşam tarzıyla ve ablası Fahrunisssa’nın telkinleriyle adım attığı sanat dünyasındaki eserleriyle efsane bir sanatçıydı. Öldüğünde tabutunun üzerine çok sevdiği pembe fularlar konularak uğurlanmıştı.
Füreya ise ailenin diğer fertlerinin aksine kelimelere sığmayacak kadar sade ve zarifti. Ayşe Kulin’in kitabında yazdığı gibi, “Belki de onu, ailenin diğer sanatçı kişilerinden ayıran, değişik kılan, bu yalın, süssüz, keskin zarafetiydi."
Ailesinin tantanaya çok düşkün olduğunu söylerdi Füreya. Onun ağzından dinleyelim: “Bizim aile tantanayı pek sever. Buna layık olduğumuza inanırız. Beş parasız kaldığımız zamanlarda bile hiç taviz vermemişizdir törensel ölçülerimizden. Neydi bu ölçüler? Istakozdu örneğin! Şirin’le ilgili bir örnek vereyim. Nişanlısını bizimle tanıştırmak istiyordu. “Teyzeciğim, yarın nişanlımı akşam yemeğine getireceğim, ne olur ailenin şanına layık bir yemek hazırlayın” demişti. Annem ona Fransız mutfağı hazırlamak istemişti. Balık Pazarı’na koşturmuştu. Istakoz bulamamıştı o gün. Ona yardımcı olmak için, ıstakoz aramaya Boğaz’a gitmiştim. Istakozlar denizin dibine kaçmışlardı sanki. Annem ertesi sabah erkenden Afife’yi hale ıstakoz müzayedesine yollamıştı. Kocaman büyük gümüş tepsiye yaydığı salata yapraklarının üstüne dizelemişti ıstakozları, nefis bir termidor sosuyla. Gerçekten de bir kral sofrası hazırlamıştı annem. Şirin’in nişanlısını etkilemeyi başarmış, Şirin’i de çok mutlu etmişti. Ama sonra evlerinde, hiç de gocunmadan, günlerce para sıkıntısı çekip nelerden feragat etmişlerdi kim bilir.”
Şirin, ilk evliliğini yaparken de buna benzer bir olay yaşanmıştı. Müstakbel eşi Wesley’nin babası Winsconsin eyaletinin Sheboygan adlı küçük bir şehrinde kendi halinde bir itfaiyeciydi. Son derece mütevazı bir aileden gelen Wesley, Şirin’in okul arkadaşıydı. Arkadaşlarıyla ufak bir kutlama yaparak evlenen Şirin ve Wesley’yi görmek için Amerika’ya giden Fahrünnisa, onlara öğrenci hayatlarıyla bağdaşmayan bir sürü armağan götürmüştü. “Biz iki göz odaya sığmışız, annem tutmuş Wesley’ye Hicaz Kralı Şerif Hüseyin’in palamut biçimindeki inci kravat iğnesini getirmiş. Bana da yığın yığın mücevher” diye anlatıyor kitabında Şirin Devrim.
Aileyle ilgili bugüne kadar dört farklı kitap yazıldı. Ben hepsini bir solukta okudum. Size de tavsiye ederim.
İkisi Şirin Devrim’in kaleminden; “Şakir Paşa Ailesi: Harika Çılgınlar” ve “Şirin”. Diğerleri Ayşe Kulin’in yazdığı “Füreya” ve Emel Koç’un kaleme aldığı, Aliye Berger’in hayat hikâyesini anlattığı “Alyoşa”.