İsviçreli. Dünyanın en köklü mücevher markalarından biri. Geçtiğimiz hafta doğum yeri İstanbul’u 300 parçalık koleksiyonuyla ziyaret eden Adler bu yazının öznesi. Akbank Private Banking’in ev sahipliğinde düzenlenen davette markanın 2012 ilkbahar-yaz koleksiyonu sergilendi. Yönetim kurulu başkanı Franklin Adler ve Suzan Sabancı Dinçer, Nişantaşı Private Banking Şubesi’ne gelen davetlilerle birebir ilgilendi.
Davetin en önemli özelliği koleksiyonun Avrupa’dan önce ilk kez Türk müşterilerle buluşmasıydı.
Mücevherlere geçmeden önce markanın geçmişine hızlı bir bakış atalım. Adler’in İstanbul’la yollarının kesişmesine büyükbaba Jacques’ın babasının bu şehre ayak basması neden oluyor. Viyana doğumlu Adler’in aklı İstanbul’da kalınca, planındaki New York seyahati da suya düşüyor. İstanbul’un büyülü havası ruhunu ele geçiriyor. Fakat ilk başlarda ne iş yapacağını bilemiyor. Hayatta en sevdiği varlıklar olan atların geleceğini şekillendireceğini bilmediği gibi. O sırada sultanın atlarından birinin çok hırçın olduğu ve bu atı kimsenin iyileştiremediği kulağına geliyor. Ve atı gördüğünde onun hırçınlığını giderecek çareyi buluyor. O dönem onu sultanın harasının bakımının sorumlusu yapan bu yeteneği, bugün yaşasaydı “Horse Whisperer” filminin baş karakteri yapabilirdi. Öyle değil mi?
Adler Ailesi yaklaşık 100 yıl İstanbul’da yaşıyor. Kuyumculuk serüveni ise Adler’in büyükbabası Jacques’ın ailesi tarafından Viyana’ya usta bir kuyumcunun yanına el işçiliğini öğrenmesi için gönderilmesiyle başlıyor. Sene 1880’ler ve Viyana her anlamda en şatafatlı dönemini yaşıyor. Avrupa’nın merkezi bir nevi. Yedi sene sonunda İstanbul’a dönen büyükbaba, Viyana'da öğrendiği tekniği Doğu'nun mistisizmiyle harmanlayarak mücevherlerini üretime geçiriyor. Kısa sürede sultanın baş kuyumculuğu mertebesine kadar yükseliyor. İlk atölye 1886’da İstanbul’da açılıyor.
1968’e gelindiğinde ise torunlar Franklin ve kardeşi Carlo, Avrupa’ya dönüş planları yapmaya başlıyor. Sonunda Cenevre’de karar kılan iki kardeş, buradaki ilk mağazalarını 1972’de açıyorlar. (İlk başta dükkanlarının kapısında doğru düzgün bir kapıları bile yokmuş. Kapının takılmasını bekleyecek kadar sabredemedikleri için de akşamüstü 16:00'de mücevherleri kasaya yerleştirmek için bankaya koşuyorlarmış.)
Franklin de kardeşi Carlo da başarılarının sırrını planlama, takım oyunu ve güven olarak özetliyorlar. Bir taşla ilgili ne yapacaklarına karar verme aşamasında 40 farklı teklif alıyorlar. Sonra bu rakam 3’e indiriliyor. En sonunda da herkesin onay verdiği ortak bir karara varılıyor.
Adler’in adı bugün Bulgari, Tiffany, Cartier gibi sektörün en büyük isimleriyle bir arada anılıyor. Özellikle Avrupa ve Ortadoğu’daki kraliyet ailelerinin mücevhercisi olarak tanınan marka, koleksiyonlarında çığır açıcı yeniliklere imza atıyor. Karbondan titanyuma ve ipeğe kadar farklı materyalleri göz alıcı taşlarla bir arada kullanıyor.
Adler, Batı’yı “zor bir pazar” olarak görüyor. Mücevher takmayı ve bunu göstermeyi seven Türkler, Hintliler, Araplar ve Çinliler ise hedef tahtasındaki yerini koruyor.
Hedef tahtası demişken sıra Gustology'nin ilham tahtasında yerini alanlara geldi. Her biri farklı zamanlarda takılacak kolye, bilezik ve küpelere..
48 oval kesim Burma yakutu işli bir sanat eseri..
Bu bilezik de 124 oval kesim zümrüt (40.99 karat), 4565 pırlanta (30.31 karat) taşıyor.
Bu küpelerde ise toplamda 10.55 karat ağırlığında 1295 pırlanta sallanıyor.
Organizasyonda büyük emeği olan bankanın satış ve pazarlamadan sorumlu bölüm başkanı Didem Bağrıaçık’tan bahsetmezsek yazıyı eksik bırakmış oluruz. 15 yıl Londra’da yaşayan Bağrıaçık, değerli taşlara duyduğu ilgiyi bilgiyle birleştirmiş. 2008 yılında The Gemmological Association of Great Britain’dan “Foundation Certificate” almış. Adler’in Londra’daki genel müdürüyle verdiği ortak davetlerin Türkiye’ye taşınmasına öncülük etmiş.
Davette mücevher bakımıyla ilgili bir de kitapçık hediye edildi. Mücevher temizliği için Adler’in tasarladığı özel mikrofiber bezi de sayfaların arasına yerleştirilmişti. İyi bakımlar hanımlar!